Herkese merhaba,
Bilmek, bilmeye çalışmak, insanın kendini ve çevresini keşfetme sürecindeki en önemli eylemlerden biri. Merak etmekle başlayan, denemek, karşılaştırmak, adlandırmak ve tanımakla devam eden bu süreç heyecan verici olduğu kadar kimi zaman yanılgıları da beraberinde getiriyor. Çoğunlukla tecrübesizlik ve gençliğin verdiği cesaretle anladığımızı sandığımız, hatta neredeyse bundan emin olduğumuz şeyleri bildiğimizi iddia ediyoruz. Bir süre sonra fikirlerimiz değiştiğinde ise yanılmanın şaşkınlığı içinde bildiğimizin ne olduğunu sorguluyor ve onu değiştirmeye başlıyoruz. Öte yandan kanıtlanabilir şeylerin, örneğin fizik ya da matematik kanunlarının kesin bilgiler sunduğuna inanıyoruz (ki algıladığımız sürede gerçekten de için öyleler) ancak biliminsanları bunların, hatta belli koşullar değiştiğinde yerçekiminin dahi bir gün değişebileceği ihtimalini göz önünde bulunduruyor, bilme eylemine bir zaman sınırı çiziyorlar.
Öyleyse herhangi bir şeyi bilmenin, pratikte ancak ve ancak belli bir zamanda geçerli olabileceğini söylemek yanlış olmaz. Dolayısıyla insanın kendini tanıması veya çevresini “bilmeye” yönelmesi de daima bir akış içinde, tıpkı Sisifos’un her defasında başa dönen bir kayayı defalarca tepeye yuvarlamasına benziyor. Her an yeniden başlamayı göze alarak çıkıyoruz yola. İşte bu nedenle belki de bu yüzden geri dönmeyi reddettiğinde öldü Sisifos. Belki de onun yaşlanmak dediği şey durmayı seçmesiydi. Belki biz de bilmeyi, öğrenmeyi bıraktığımızda, sormaktan vazgeçtiğimizde kopuyoruz yaşamdan. Bilme eylemi yaşamın kendisine dönüşüyor ve bu yüzden yaşamak adına hep akıştaki bir arayışın içinde kendi anlamımızın peşinden koşuyoruz.
On üçüncü bölüm bilme kavramını Zilberman İstanbul’da açılan Yükselen Sular, Yayılan Işıklar sergisinin çağrışımları, Giorgio Van Straten’in farklı zamanlarda kaybolan sekiz kitabın izini sürdüğü Kayıp Kitapların İzinde kitabı ve The Doors’un 1968 tarihli Yes, The River Knows şarkısı üzerinden tartışmaya açıyor. Podcastin bu bölümündeyse İrfan Önürmen'le C24 Galeri tarafından Galata Rum Okulu’nda açılan "Bilinmeyen Neden" sergisi üzerine konuştuk.
Bir sonraki bültende buluşmak üzere,
Sinan Eren Erk
Sergi
Yükselen Sular, Yayılan Işıklar, Zilberman İstanbul, Dialogues, Selected
Hale Tenger, “World Cracker”, (1992), Rus fındık kıracağı, oyuncak küre, 7x22x4 cm (Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz)
Yükselen Sular, Yayılan Işıklar sergisi, Zilberman’da 19 Eylül 2024 tarihinde Gizem Demirçelik ve Nazlı Yayla küratörlüğünde açıldı. Nezir Akkul, Omar Barquet, Sena Başöz, Itamar Gov, Larry Muñoz, İz Öztat, Yaşam Şaşmazer, Hale Tenger, ve Eşref Yıldırım’ın farklı tekniklerle ürettiği eserleri bir araya getiren sergi, söylemini deniz ve güneşin yaşamlarımızdaki farklı çağrışımları üzerinden oluşturuyor.
Serginin beni en çok etkileyen kısımı ise yaşamın fiziksel ve düşünsel döngülerini maddenin paradoksal yapısı üzerinden ele alması oldu. Örneğin gezegenimizin temel enerji kaynağı olan güneşten yayılan ışınlar, buzu eritebilecek güçte olsa da kimi durumlarda buzun üzerinden yansıyarak ya da buzun içinden geçerek bir yere odaklanabiliyor ve ısıyı yoğunlaştırıyor. Suyun doğada, aynı anda sıvı, katı ve gaz hâlinde aynı anda bulunabilmesi nedeniyle antik dönem filozofları için evrenin temel birimi olduğu düşünülen bir bileşik olması göz önünde bulundurulduğunda, serginin söylemindeki yeri benim için daha da netleşti. Ancak eserler, birkaçı hariç, güneş ve suyla direkt bir bağ kurmak yerine onunla dolaylı bir anlam ilişkisine geçiyor. Böylece sergi izleyiciye bir yanıyla iklim krizini işaret ederken, diğer yanıyla günümüzün ekonomik, sosyal ya da toplumsal gerçekliği hakkında bildiklerimiz kadar bilmediklerimiz üzerine de düşünme fırsatı veriyor.
Tarabya Kültür Akademisi’nin desteğiyle Zilberman’ın Mısır Apartmanı ile Piyalepaşa’daki üç ayrı mekânına yayılan sergi 7 Aralık 2024 tarihine kadar gezilebilir.
Ziyaret bilgileri:
Zilberman İstanbul, İstiklal Cad. No.163 Mısır Apartmanı K.2-3, Beyoğlu
Zilberman Selected, İstiklal Mah. Piyalepaşa Bulvarı No: 32C, Beyoğlu
Salı – Cumartesi: 11.00 – 19.00
Kitap
Kayıp Kitapların İzinde, Giorgio Van Straten (2016)
“Bana göre, kayıp kitaplar aslında yazarının tamamlayamamış da olsa yazdığı kitaplardır; birilerinin gördüğü hatta okuma şansının olduğu fakat sonradan yok edilen veya ardında neredeyse hiç iz bırakmadan yok olan kitaplardır.”
Everest Yayınları tarafından Merve Yalçın Pelit’in çevirisiyle yayınlanan Kayıp Kitapların İzinde, tarihin karanlık köşelerinde “kaybolmuş” (yazarın yukarıdaki alıntıda bahsettiği bir kaybolma hâlidir bu) sekiz önemli kitabın izini sürerken, edebiyat dünyasında farklı coğrafyaların ve zamanların derinliklerine iniyor. Van Straten, bu eserlerin kayboluş hikâyelerini, onların yazarlarıyla kurduğu duygusal bağ üzerinden anlatırken, arşiv ve hafıza kavramlarını yeniden tartışmaya açıyor.
Benim ilgimi en çok çeken ise kitabın dördüncü ve sekizinci bölümleri oldu. “Hafıza En İyi Eleştirmendir” başlıklı dördüncü bölüm Ernest Hemingway’in Paris Lyon Garı’nda çalınan bir bavulla kaybolan yazılarına, “Siyah Ağır Evrak Çantası” adını taşıyan sekizinci bölüm ise Walter Benjamin’in son günlerinde yanında taşıdığı ve içinde önemli yazılarının olduğu düşünülen çantanın akıbetine odaklanıyor. Van Straten’in kitabı, yaptığı detaylı araştırmaların ve ulaştığı hikâyelerin kayıtları ışığında kaybolmanın sadece yok olmak değil, bilginin sınırlarını keşfetmek olduğunu hatırlatıyor.
Müzik
Yes, The River Knows, The Doors (1968)
Yes, The River Knows, Aldous Huxley’in 1954 tarihli kitabı Algının Kapıları’ndan (The Doors of Perception) rock grubu The Doors’un, Waiting For The Sun (1968) adlı üçüncü albümünde yer alıyor. The Doors (1966) ve Strange Days (1967) albümleriyle geniş kitlelere ulaşan grubun 1967 yılının Kasım ayında başlayan albüm kayıtları vokalist Jim Morrison’ın alkol kullanımına bağlı olarak değişkenlik gösteren sağlığı nedeniyle Mayıs 1968’de tamamlanabilmiş. Albümün kayıtları sırasında orada bulunan Alice Cooper, grubun altıncı albümü L.A. Woman’ın (1971) eş prodüktörü Bruce Botnick’in aktardığına göre bu süreçte Morrison’ın sağlığından endişe duymuş. Özellikle albümün son şarkısı Five to One’ın kayıtları sırasında Morrison güçlükle ayakta durabiliyormuş.
Şarkı sözleri her ne kadar sadece Morrison tarafından yazılmasa da (hatta bazı kaynaklarda sözlerin sadece gitarist Robbie Kreiger tarafından yazıldığı iddia ediliyor) Morrison’ın kısa yaşamını derinden etkileyecek bağımlılıklara yorumlanabilecek bölümler barındırıyor. Kendinden “sürüngen kral” (lizard king) olarak bahseden Morrison, bedensel ya da zihinsel hazların peşinde hedonist bir yaşam tarzını benimsiyor, Huxley’nin LSD deneyimlerinde olduğu gibi kullandığı maddelerin algılarını açtığına ve onu akışta tuttuğuna inanıyordu.
Bu bölümü ilginç bir bilgiyle bitiriyorum. Oliver Stone’un yönettiği, Jimi Hendrix, Janis Joplin ve Brian Jones gibi hayata 27 yaşında veda eden Morrison’a odaklanan 1991 yapımı The Doors filminde Morrison’ın canlandıran Val Kilmer sesini şarkıcıya öyle çok benzetmeyi başarmış ki, grubun yaşayan üyeleri Kilmer şarkı söylediği sırada karavanının yanından geçerken içeriden gelen seslerin albüm kaydı olduğunu düşünmüşler. Gerçekten de filmdeki sahnelerle albüm kayıtlarının üst üste bindirildiği YouTube videolarında Kilmer’ın sesini Morrison’dan ayırmak gerçekten güç. Ne yazık ki Kilmer iroik bir biçimde 2015’te gırtlak kanseri nedeniyle sesini neredeyse tamamen kaybetti.
Podcast
S7E7 | Bilinmeyen Neden
Bu bölümde İrfan Önürmen'le C24 Galeri tarafından Galata Rum Okulu’nda 3 Kasım - 2 Aralık tarihleri arasında ziyaret edilebilecek "Bilinmeyen Neden" sergisi üzerine konuştuk.
Yorum, görüş ve sorularınız için sanatdediklerituhafsey@gmail.com
Takip edin Web | Instagram | X