Geçmiş, gelecek, tekrarlar ve döngüler
Bülten No.6
Herkese merhaba,
Geçmişinize ait bir şeyi yeniden yaşadığınızı, yine aynı yol ayrımında olduğunuzu fark ettiğiniz oldu mu? Bu defa tıpkı geçmişte olduğu gibi yanlış karar vermek istemediğiniz veya tam da bir önceki seferdeki kadar isabetli bir seçim yapıp yapamayacağınıza dair bir stresi hissettiğiniz anlar eminim olmuştur. Her düşünce bir başka seçimi, her seçim ise dışarıda kalan seçenekle birlikte tamamlanmayı bekleyen yeni bir döngüyü oluşturur. Ve zaman işini bitirmek için ısrarlı şekilde mutlaka geri gelir. Tekrarlar sonsuzdur, yaşam ise sınırlı.
Belki de bu yüzden seçim anlarında geriye dönüp bakar, bir önceki seferi hatırlamaya, zihnimizde canlandırmaya çalışırız. Daha dikkatli olmaya, hatalardan uzak durmaya uğraşırız. Oysa uzun vadede bizi biz yapan, geleceğimizi şekillendiren şey hatalardır. Onlardan uzak durmaya çalışmak belki de kendi konfor alanlarımızı asla terk edememekle sonuçlanacak ve böylece geçmişle gelecek arasında hiçbir fark oluşmmamasına yol açacaktır. Hatalar olmadan hayat dalgasız bir deniz veya hiç bitmeyen bir şimdiki zaman hâlini alır. İnsan hiç hareket etmeden yaşayabilir mi? Elbette. Peki bu inişsiz çıkışsız, olduğu yerden kıpırdamayan şeye bir yaşam denebilir mi? Sanmıyorum.
Tekrarlar ve döngüler yaşamın doğası gereği bizimledir. Son anımıza, yani bir gelecek olasılığı devam edene kadar çoğunlukla geçmiş ve şimdiki zaman arasında bir yerdeyizdir. Her ne kadar günümüzün çağdaş öğretileri anda kalabilmek üzerine vaazlar verseler de, geçmiş hep şimdiki zamanın “araştırma çizgilerini” taşır. Şimdiyi, geçmiş üzerinden yeniden düzenler, gelecek olasılığıyla ise sonraya hazırlarız. Geçmiş, potansiyellerimizin çokluğuyula aynı anda olduğumuz farklı kişileri barındırır, gelecek ise olacaklarımızı. Bu yüzden hayatı “bizli geçmiş zaman” ile “sizli gelecek zaman” arasındaki yolculuk olarak tanımlamak sanırım pek yanlış olmaz. Bir sonraki anı beklerken, bir öncekinin eli hep omzumuzdadır.
Altıncı bölüm geçmişin ve geleceğin tekrarlı yapısı üzerine düşünürken, kendi tekrarlı yapısını da böylelikle tartışmaya açıyor. Sena Başöz’ün kayıp ve iyileşme odağındaki hatırlama pratiğini izleyiciyle buluşturan Kaçınılmaz Koreografi sergisi, Rafael Sommerhalder’in alışılmışın içine gizlenen alışılmadık bir aşkı konu alan kısa animasyonu Wolves ile Chris Rea’nın gitarıyla hayat verdiği ilahi komedyası God’s Great Banana Skin, zamanın tekrarları içindeki insanın konumunu yeniden düşünmeyi öneriyor. Nermin Er ve Gizem Gedik’le Sıradaki Şarkı sergisi üzerine yaptığımız konuşmayı ise podcastin yeni bölümünde dinleyebilirsiniz.
Tekrarlar sizi nasıl etkiliyor? Kendi yaşamlarınızdaki döngülerden nasıl besleniyorsunuz? Yorumlarınızı sanatdediklerituhafsey@gmail.com adresinden ya da instagram’da @sanatdediklerituhafsey üzerinden benimle paylaşabilirsiniz.
Gelecek hafta buluşmak üzere,
Sinan Eren Erk
Sergi
Kaçınılmaz Koreografi, Sena Başöz, Zilberman
Eşyanın Rüzgarı; kahverengi koltuk takımı, Yerleştirme; buluntu mobilyalar, vantilatör, paraşüt kumaşı, Değişken boyutlarda, 2023
Sanatsal pratiğinde iyileşme ve yok olanı arama kavramlarını sorgulayan Sena Başöz’ün 16 Aralık 2023’te açılan kişisel sergisi Kaçınılmaz Koreografi, sanatçının zamanla kurduğu ilişkiye dair ipuçları barındırıyor. Çoğunluğu obje temelli yerleştirmelerden oluşan sergi, Zilberman Galeri’nin Mısır Apartmanı’ndaki galeri mekânında kendine has bir gerçeklik alanı oluşturuyor. Eserlerin her biri kendi içinde sanatçının geçmişine dair, anlar, anılar, sezgiler, çıkarımlar ya da hislere dair belli referansları bir araya getirerek izleyici için çok kişisel ve bir o kadar merak uyandırabilecek hikâyelerin izlerini taşıyor.
Kaçınılmaz Koreografi bana göre yaşamın şiirsel döngüselliğine olduğu kadar geçmiş ve gelecek kavramlarının nasıl tanımlandığına yönelik bir sorguyu barındırıyor. Çünkü görsel estetiğe ve ritme dayalı bir çağırışıma sahip koreografi kelimesiyle, kaçınılmazlık fikrinin yan yana gelmesi ortaya karşıtlıklara dayalı bir anlatı çıkartmış. Örneğin oklu bir kirpinin oklarını bir zarf içinde uzaklara göndermesi, onun tek savunma mekanizmasının yaşamdaki ana söylemine dönüşmesi ve hatta zarfın içinde kağıt yerine kaleme benzeyen okların bulunması, sanatçının geçmiş ve gelecekle ilgili bakışının göstergelerinden biri hâline gelmiş. Benzer şekilde, tavana sabitlenmiş bir halkadan geçen, halatın ucundaki bir çapa da gerçekliğin algısını bozarak geçmişte belki de takılıp kalınan bir anı, bir “çapalama” egzersizini, hafızaya dair bir referansla izleyicisine sunuyor. Babasının bir arkadaşı tarafından denizin 20 metre derininden çıkarılan bu çapa, ona eşlik eden ve Başöz’ün çapayı son kez gördüğü anın deseniyle birlikte hatırlananı, tanıklığı, arşivi ve akıbetleri karşı karşıya getiriyor.
Başöz’ün her zamanki gibi yalın bir dille, gereksiz cümlelerinden arınmış bir şekilde sunduğu ve özellikle bıraktığı, belki de izleyicinin kendi yaşamıyla doldurmasını beklediği bilinçli kimi anlam boşlukları, tekrarların kendisini de sorgulamaya izin veriyor. Bu sorgulamalar ve anlam kaymaları ise yine bir iyileşmenin, bu defa hatıraları düzenleyerek mümkün kılınmasını sağlıyor.
Ziyaret bilgileri: Zilberman Galeri, İstiklal Cad. No.163 Mısır Apartmanı K.3 D.10
Beyoğlu / Istanbul | Salı – Pazar: 11.00 – 19.00
Animasyon
Wolves, Yön. Rafael Sommerhalder (2009)
Yapımını Londra’daki Royal College of Art’ın üstlendiği bu kısa animasyon, Britanya ve İsviçre ortak yapımı olarak 2009’da gösterime girdi. Wolves’un (Kurtlar), yönetmen Rafael Sommerhalder’in 2000’de Ely & Nepomuk ile 2008’de Flowerpots’dan (Saksılar) sonraki üçüncü kısa animasyonu ve 2016’da gösterime giren stop motion tekniğiyle çekilmiş Au Revoir Baltazar’ın (Güle güle Baltazar) hazırlayıcısı niteliğinde.
Anlatılarında sözsüz, daha çok hareketlere ve seslere dayalı bir dil oluşturan Sommerhalder, Wolves’da tuhaf, tutkulu, içgüdüsel ve zamanlararası bir aşkı, modern toplumun her gün daha da kendi özünden soyutladığı insanların ekseninden gösteriyor. Bir metrodaki rastgele karşılaşmanın sebep olduğu olayları, birey ve toplum arasındaki ilişki çerçevesinde ortaya koyan animasyonun bence en etkileyici yönü insanın ehlileşemeyen bir varlık olmasının günümüz toplumunda kaçınılması gereken bir şey olarak kabul edilmesine karşı çıkması.
Öyle ki metroda karşılaşan insanların hikâyenin sonunda birbirlerine olan mesafeleri, metro istasyonu üzerinden kurulan toplumsal metaforun ve bir önceki sahnede adamın bir başkasının kahvesini dökmesiyle başına gelenlerin anlatımı, yaşantılarımız hakkında önemli bir eleştiriyi barındırıyor. Hikâyenin ana kahramanları olan kurtların yanında doğaya dair tek şey ise adamın elinde duran ve saksıya hapsedilmiş (adamın ve kadının durumunu ironik biçimde tekrar edercesine) bir bitkidir.
Müzik
Nothing to Fear, Chris Rea (1992)
Britanyalı müzisyen Chris Rea’nın Auberge’in (1991) bir sene sonrasında yayınladığı 12. stüdyo albümü olan God’s Great Banana Skin (Tanrının Yüce Muz Kabuğu), toplam 55 dakika uzunluğundaki 11 şarkıdan oluşuyor. Prodüktörlüğünü de yine Rea’nın yaptığı albümün ilk parçası olan Nothing to Fear (Korkacak Bir Şey Yok), 9 dakikalık uzunluğuyla albümün en uzun şarkısı.
Albümün ilahi şanssızlıklara göndermede bulunan başlığı, barındırdığı kara mizahla tüm şarkıların kavramsal çerçevesini oluşturuyor. Nasıl ki muz kabuğuna basıp düşen birine gülünmesinin ardında bu durumun bir başkasının başına gelmesine benzer şekilde, tüm şarkılar aynı ironiyi benzer bir mesafede (hatta kimi zaman oldukça neşeli ve pozitif bir nüktedanlıkla) dinleyicisine sunuyor.
Şarkı Rea’nın özellikle Memphis Deltası’na ait Blues türündeki şarkılarda sıkça kullanılan kaydırma tekniğiyle (sliding) başlayan uzun solo bölümüyle, daha ilk anda ferah ama bir yanıyla da tekinsiz bir his oluşturuyor. Doğu müziğinde sıkça görülen, sadece müziğin, tınıların ve müzisyenin enstrüman aracılığıyla aktardığı kendinin ifade etme şeklinin en saf hâllerinden biri olan “peşrev” yapısına yaklaşan bu uzun giriş bölümü dinleyiciyi şarkının sözlerine hazırlıyor.
Şarkının nakaratından önce yer alan ilk bölümündeki “Please don't forget we're not each other / Each soul has black thorns of his own” (Bizim birbirimiz olmadığımızı lütfen unutma / Her ruhun kendi karanlık dikenleri vardır) sözleri bana göre şarkının tamamındaki temel temayı yansıtıyor. Bizi kendi yanılsamalarımız, tekrarlarımız ve ön yargılarımızla karşı karşıya getiren bu dizeler, “kusurlu” ama doğal, karşımızdakini yaralayan ama kendimizi koruyan, güzelliğin olduğu kadar tehlikenin de simgesi olabilecek varoluşumuzun doğasının altını çiziyor. Muz kabuklarının varlığına rağmen yürümekten ve düşmekten korkmamak gerektiğini sanki gelecekteki kendine hacimli gitar tonlarıyla hatırlatan şarkı bana göre Rea’nın repertuvarındaki en önemli eserlerden biri.
Podcast
Bu bölümde Nermin Er ve Gizem Gedik'le Nilüfer Belediyesi Meteor Balat Kültürevi’nde açılan "Sıradaki Şarkı" sergisi üzerine konuştuk.
Yorum, görüş ve sorularınız için sanatdediklerituhafsey@gmail.com
Takip edin Web | Instagram | X



