Mehmet Güleryüz'ün ardından.
Bülten No.12
Herkese merhaba,
Hem bültenin hem de podcastin hazırlaması benim için şu ana kadarki en zor bölümünü sizinle paylaşıyorum. On ikinci bölüm, 3 Eylül 2024 tarihinde 86 yaşında yitirdiğimiz Mehmet Güleryüz’e ithaf edilmiştir. Kitap bölümü 2021 yılında QNB Finansbank tarafından yayınlanan ve sanatçının 2017-2021 yıllarına odaklanan Quai aux Fleurs kitabına odaklanıyor, podcast ise Güleryüz’ün ardından, hatırasına saygıyla tıpkı onun gibi sıralamaya çalıştığım kendiliğinden ve zamana karşı cümleleri bir ses kaydında topluyor.
Gelecek bültende buluşmak üzere,
Sinan Eren Erk
Kitap
Mehmet Güleryüz, Quai aux Fleurs 75004 (2021)
Mehmet Güleryüz’ün, yaşadığı Paris, Quai aux Fleurs’de 2017-2021 yılları arasındaki üretimine odaklanan kitap, Güleryüz’ün eserleri üzerinden, onun Paris’e yeniden dönüşünü ve pandemi sürecini ele alırken, Güleryüz’ün kişisel tarihinin de izlerini sürüyor. Metni Sinan Eren Erk tarafından yazılan kitapta ayrıca Mehmet Güleryüz’ün Jale Erzen’le yaptığı bir de röportaj yer alıyor. Editörlüğünü Haldun Dostoğlu’nun, tasarımını ise Onur Bayiç’in üstlendiği yayın, QNB Finansbank tarafından çıkarılan sekizinci sanatçı kitabı oldu. Aşağıda alıntılanan yazı, kitap metninin üçüncü bölümüdür.
Ressamca, pek ressamca
Anlam, Rönesans döneminden beri, çoğu zaman izleyiciyi ilk anda başka bir şeyi anlatır gibi farklı bir yere yönlendirerek kapalı bir biçimde, alt metinler aracılığıyla resme gizlenmiştir. Resmin içeriği de bu anlamda ressamın sanattaki meselesinin temel aktarıcısı olarak düşünülebilir. Ancak anlam, sonraki dönemlerde hep farklı yöntemlerle aktarılmaya çalışılmış, Modernizmle başlayan süreçte sanatın doğası gereği ifadenin yeni yöntemleri aranmıştır. Mehmet Güleryüz’ün üslubundaki yenilik arayışı da kendiyle, dünyayla, zaman ve mekânla olan hesaplaşması sürecinde bir gereklilik olarak ortaya çıkar. Onun “pek ressamca” tutkusu beklemez ama Nietzsche’nin iddia ettiği gibi bir trajediye de dönüşmez.[1] Öte yandan yeni bir sanat anlayışına yer açarak bu arayışı sürdürmek, kendi ifadesiyle “aceleci ve hoyrat davranarak” mümkün değildir. Güleryüz eserlerini oluştururken bu nedenle geçmişin aciliyetlerini göz ardı etmeden, günü yakalamaya ve benimsediği meselelerin derinine inmeye çalışır. Onun resimdeki meselelerinin başındaysa, geçmişle anlam ekseninde nasıl bir bağ kurulduğu ve şu anki söylemin bu bilgilerle nasıl daha farklı bir yöne götürülebileceği gelir. Kendi dilini, resimsellikle (painterly[2]) ifade etmenin yeni yollarını arayan sanatçı, bu nedenle üslubuna karşı da muhaliftir. Dağıtmadan toplamanın mümkün olmadığına inanarak ifadenin bir yoluna bağlı kalmaz, üslubunu hep canlı tutarak onu tıpkı bir yapboz gibi defalarca yeniden yapar ve bozar. Bu nedenle kendi resminin uçucu doğasını “seyrederken ‘ne kadar iyi’ dediğiniz anda elinizden kaçan” bir şey olarak tanımlar.
Bu çok olasılıklı anlam yapısı, Güleryüz’ün eserlerine fiziksel olarak da yansır. Bir mekânın veya sahnenin içine yerleştirilmiş figürler, çoğu zaman çevrelendikleri durumla ilgili algıyı değiştirerek kendi bağımsızlıklarını ilân eder ve perspektifi yeniden kurgularlar. Bu şekilde oluşan sahnelerin her biri, görüntüyü kendine özgü bir şekilde çarpıtır ve izleyiciye sunar. Bunlar kimi zaman Güleryüz’ün yönettiği bu zihin tiyatrosundaki aktörlerin oyunu, kimi zaman ise bizzat sanatçının bakış açısındaki görselliğin deformasyonudur. Perspektif üzerinden bilinçli şekilde oluşturulan bu yanılsama alanı, görüntüyü sanat tarihinin politik zemininde konumlandırır. Güleryüz’ün üslubunda, modernizmle birlikte ortaya çıkan akımların dikkatli bir gözlemi belirgindir. Özellikle resimdeki izlenimcilik, dışavurumculuk, modernizm, sürrealizm ya da fovizm gibi farklı ifade biçimlerinin perspektifte, lekede, renkte, ışıkta ve çizgide takındığı tavır, sanatçının üslubunu oluştururken beslendiği görüşlerin içinde yer alır. Boyayı üç boyutlu katmanlar halinde kullanması, jestlerindeki genişlik ve serbestliğin yanı sıra içinden geldiği gibi, özgürce, bir akış halinde doğaçlayarak çalışması, sanatçının hassas bir karışımla eserlerine yansıttığı özelliklerinden sadece birkaçıdır. Yaptığı her şeyi, çizdiği her çizgiyi, tuvale sürdüğü her boya katmanını gösterir; hiçbir şeyi saklamaz. Akışı, değişimleri ve bu değişimlerin nasıl ortaya çıktığını göz önüne serer. Bu şeffaflık izleyici için sanatçıyı okuyabilecek farklı hatları, sanatçının içinde bulunduğu farklı halleri ortaya çıkarır. Güleryüz ifadesinin gücünün farkındadır ve bu gücün ondan fışkırdığını bilir, bu nedenle kartlarını açık oynar ve savunduğu fikirlerin sonuna dek ardında durur. Böylece kendi resmini yüzleşmelerin ve sağlam duruşların üzerine inşa eder. Sanatçının bu tavrı tüm eserlerinde farklı bir biçimde, kimi zaman bir bakışta, kimi zaman gergin bir bedende veya bir arada kalmışlık halinde ortaya çıkar. Güleryüz resimlerinde bıçak (couteau a peindre) kullanmasını ise yaptığı şeyin bıçaksırtı veya kendi deyimiyle “çalapala” doğasıyla örtüştüğünü söyler. İpin üzerinde yürürken altında ağ yoktur. Onun “risk resmi” olarak adlandırdığı da işte tam olarak budur.
[1] “Tutku beklemez; büyük adamların yaşamındaki trajik yön, genellikle onların dönemleriyle ve çevrelerindeki insanların düzeysizliğiyle çatışmaları değil, yapıtlarını bir yıl, iki yıl öteleyememeleridir; bekleyemezler.” -Friedrich Nietzsche, İnsanca, Pek İnsanca (2015) Çev. Mustafa Tüzel, İş Bankası Kültür Yayınları, s.53
[2] Bu terim Tate’e göre, boyanın yüzeye eser tamamlandığında fırça darbeleri gözükecek şekilde daha serbest bir biçimde uygulanması anlamına gelir. (https://www.tate.org.uk/art/art-terms/p/painterly)
Podcast
S7E6 | Mehmet Güleryüz’ün ardından.
Bu bölüm 3 Eylül 2024 tarihinde aramızdan ayrılan Mehmet Güleryüz'e ve onun değerli hatırasına ithaf olunur.
Yorum, görüş ve sorularınız için sanatdediklerituhafsey@gmail.com
Takip edin Web | Instagram | X

